BLOG

Buğdayda rekolte beklentisi 20-21 milyon ton

17 Mart 202510 dk okuma

Yeni sezon buğday rekoltesine dair değerlendirmede bulunan TUSAF Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Tezcan, “Nisan yağmurlarının durumunu henüz bilemiyoruz, bu nedenle kesin bir şey söylemek için erken. Ancak sektör olarak, ekim alanlarının geçen yıla kıyasla arttığını gözlemliyoruz. Eğer mayıs yağmurları olağan seyrinde devam ederse, buğday üretiminin 20 ila 21 milyon ton seviyelerinde olmasını bekliyoruz.” dedi.

Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF) tarafından “Sürdürülebilir Gelecek: İklim, Su, Tarım” ana temasıyla Antalya’da düzenlenen 19. Uluslararası Kongre ve Sergisi’nin ardında düzenlediği basın toplantısında sorularımızı cevaplayan TUSAF Başkanı Haluk Tezcan, Türkiye’nin buğday ve unda başarı hikayesi yazdığını söyledi. 

Tezcan, Türkiye’nin, dünya un ticaretinde öncü ülkelerden biri olmaya devam ettiğini, un ihracatında yıllardır dünya lideri konumunu sürdüren Türkiye’nin, üretim kapasitesi, kalite standartları ve stratejik coğrafi konumu sayesinde global pazarlardaki önemini artırdığını ifade etti. Tezcan, Türkiye’nin un sanayisinin sadece ekonomik açıdan değil, küresel gıda güvenliğinin sağlanması noktasında da kritik bir rol üstlendiğini belirtti. Düşük gelirli ülkelerin güvenilir ve uygun fiyatlı una erişiminde Türkiye’nin önemli bir tedarikçi olduğunu ifade eden Tezcan, bu başarının sürdürülebilir üretim modelleri ve güçlü sektör iş birlikleri sayesinde mümkün olduğunu vurguladı. 

TUSAF Başkanı Haluk Tezcan’ın basın toplantısından satırbaşları:

Bu kongreler, sektörümüz için son derece değerli. Bu yıl kongremizin ana teması sürdürülebilirlik oldu. Alt başlık olarak ise iklim ve tarım konularını ele aldık. Sürdürülebilirlik kavramı günümüzde sıkça dile getirilse de, toplum olarak henüz bu konunun önemini tam anlamıyla kavrayabildiğimizi düşünmüyorum. Bu nedenle, yönetim kurulumuz bu yıl sürdürülebilirliği ön plana çıkarmaya karar verdi. Amacımız hem kendi sektörümüzde hem de diğer paydaşlarımız arasında bu bilinci artırmak.

Son yıllarda iklim değişikliğinin etkilerini yakından hissettik. 2021 yılındaki kuraklık, Türkiye’nin buğdaya erişiminde büyük zorluklar yaşamasına neden oldu. 2022 yılında ise verimlilik artışıyla fazla üretim gündeme geldi ve bu fazla üretimin nasıl değerlendirileceği konusunda çözümler üretildi. 2024 yılında üretim normale döndü, ancak 2025 yılı için endişelerimiz var. Şu anda kuraklığın etkilerini çok derin bir şekilde hissediyoruz. Eğer mart ve nisan aylarında yeterli yağış olmazsa, Türkiye’nin üretim açısından nasıl bir sorunla karşılaşacağını tahmin bile edemiyoruz. Bu nedenle, sürdürülebilir tarım uygulamalarına odaklanmamız gerekiyor.


Özellikle su yönetimi konusuna dikkat çekmek istiyoruz. Tarım Bakanlığımızın yeni düzenlemeleri doğrultusunda su merkezli üretim modeline geçiş yapılıyor. Biz de sektör olarak bu dönüşümü destekliyoruz. Bunun yanı sıra, tarımın artık inovasyon, teknoloji ve yapay zeka ile şekillendiğini görüyoruz. Bu yenilikleri yakından takip etmezsek, verimlilik ve rekabet gücümüzü kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırız. Yapay zeka ve robotik teknolojiler sayesinde, tarımsal üretimde hem verimliliği artırmayı hem de hammaddeye erişimi kolaylaştırmayı hedefliyoruz.

İklim değişikliği hepimize önemli dersler veriyor. Karbon ayak izinin azaltılması, enerji verimliliğinin artırılması ve suyun etkin kullanımı gibi konular, doğaya olan sorumluluğumuz açısından büyük önem taşıyor. İşletmelerimizin bu konulara odaklanması gerektiğine inanıyoruz. Bu nedenle, bu yılki kongremizin teması bizler için oldukça heyecan vericiydi.

BUĞDAYDA 20 İLA 21 MİLYON TON SEVİYELERİNDE REKOLTE BEKLİYORUZ.

Bu yıl için üretim tahminlerimize değinmek istiyorum. Mart ve nisan yağmurlarının durumunu henüz bilemiyoruz, bu nedenle kesin bir şey söylemek için erken. Ancak sektör olarak, ekim alanlarının geçen yıla kıyasla arttığını gözlemliyoruz. Eğer mayıs yağmurları olağan seyrinde devam ederse, buğday üretiminin 20 ila 21 milyon ton seviyelerinde olmasını bekliyoruz.

Buğday fiyatları ve sektörümüz, yıllık bazda %20’yi bulmayan sınırlı bir artışla yönetilmektedir. Ocak ayında %1, Şubat ayında ise %2’lik, bir fiyat artışı gerçekleşti. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) belirlediği fiyatlarla buğday alımı yapıyoruz ve sektörümüz bu sistemle devam ediyor.

Ramazan ayında buğday fiyatlarında bir artış olup olmayacağı konusuna gelirsek, böyle bir artış öngörmüyoruz. Çünkü hammaddemiz olan buğday, TMO tarafından oldukça kontrollü bir şekilde temin edilmekte ve fiyatlar artırılmadan yönetilmektedir. Serbest piyasa ekonomisi içerisinde buğday stokları neredeyse tükenmiş durumda ve mevcut stokların büyük bölümü TMO’nun elinde bulunuyor. Bu nedenle piyasayı yönlendiren ana aktör TMO oldu.

Sektörde kaliteli buğday bulma konusunda sıkıntılar yaşanmakta. Özellikle yüksek kaliteli buğdaylarda fiyat artışı, arz-talep dengesine göre değişiklik gösteriyor. Bu durum, özel amaçlı üretim yapan firmalar açısından bir maliyet farkı yaratabilmektedir. Ancak, temel gıda üretiminde büyük bir fiyat artışı beklemiyoruz.

2025’TE BEKLENEN ZORLUKLAR

2025 yılı, sektörümüz açısından zorluklarla başladı. Birçok sektörde olduğu gibi biz de bu süreçten etkileniyoruz. Sektörümüz emek yoğun bir yapıya sahip olmakla birlikte, makineleşme ve üretim konusunda iç piyasa ile ihracat yapan firmalar arasında belirgin farklılıklar oluşmuştur.

Özellikle limanlara yakın fabrikalar, ihracata yöneldiklerinde daha yüksek üretim yaparak maliyet avantajı sağlayabiliyor. Ancak, orta ölçekli sanayiciler için durum farklı. Üretim miktarları düşük olduğu için işçilik maliyetleri daha yüksek kalmakta ve bu da rekabet edebilirliklerini zorlaştırıyor.

Bunun yanı sıra, lojistik maliyetlerimizde ciddi artışlar yaşanıyor. Hem genel taşıma maliyetleri hem de ithalat taşımacılığı maliyetleri yükseldi. Limanlara yakın fabrikalar, ithal hammaddeyi gemi ile getirebildikleri için avantajlı konumda bulunurken, iç kesimlerdeki üreticiler nakliye maliyetleri nedeniyle zorlanıyorlar. Özellikle nakliye kooperatifleri aracılığıyla yapılan taşımalarda, piyasa fiyatlarının üzerinde bir maliyet talep edilmesi, sektörümüz için ek bir yük oluşturuyor.


En önemli sorunlardan biri de finansmana erişimde yaşanan zorluklar. Bugün finansman maliyetleri oldukça yüksek seviyelere ulaştı. %50 oranında faizle para toplanan bir ortamda, sektörümüzde %60 faiz oranlarıyla borçlanmak zorunda kalan firmalar bulunuyor. Bu şartlar altında ticaret yapmak ve işletmeleri ayakta tutmak neredeyse imkânsız hale geldi.

Stok maliyetlerinin de yükselmesi, sektördeki firmaların çalışma şekillerini değiştirmesine neden oldu. Kaliteyi koruyabilmek için belirli miktarda stok bulundurması gereken sanayicilerimiz, finansman yükü nedeniyle stok seviyelerini minimum düzeyde tutuyorlar. Bu da rekabeti zorlaştıran başka bir unsur haline geldi.

TEMENNİMİZ BU SÜREÇTEN EN AZ HASARLA ÇIKMAK

İhracat konusunda liderliğimizi sürdürüp sürdüremeyeceğimiz de bir diğer önemli konudur. Pazar çeşitliliği sağlamak ve birkaç ülkeye bağımlılığı azaltmak büyük önem taşımaktadır. Şu anda belirli ülkelere bağımlı bir ihracat yapısı söz konusu ve bunu çeşitlendirmek için stratejik adımlar atılması gerekmektedir.

Sektörümüz 2024 yılında önemli ekonomik ve lojistik zorluklarla karşı karşıya kaldı ve bu sorunlar devam ediyor. Temennimiz, yıl içinde kapanan fabrika sayısının minimum seviyede olması ve sektörümüzün bu süreçten en az hasarla çıkmasıdır. Umarız hiçbir firmamız iflas etmez. Ancak sektörde ekonomik zorluklar var. Dahilde İşleme Rejimi’nin (DİR) yavaş işlemesi de bu süreci olumsuz etkiliyor. Şu anda DİR %75’e %25 oranında işliyor, ancak 15 Ekim’e kadar tamamen durma noktasına geldi. Bu durum, sektörümüz için ciddi bir engel oluşturuyor.

Sektörümüzü desteklemek adına finansmana erişimin kolaylaştırılması ve ticari düzenlemelerde önümüzü açacak adımların atılması büyük önem taşıyor. Eğer bu koşullar sağlanırsa, Türk tarımsal ürünleri ve unlu mamul sektörü uluslararası pazardaki gücünü artırmaya devam edecektir. İhracat gücümüzü koruyarak, maliyetleri optimize eden çözümlerle yolumuza devam etmek için çalışıyoruz.

Türkiye olarak un ihracatında önemli bir konumdayız. Ağırlıklı olarak 4-5 ülkeye ihracat yapıyor olsak da, toplamda 192 ülkeye un ihraç ediyoruz. Ancak ihracat yaptığımız ülkelerin kendi un fabrikalarını kurmaya yönelmesi, bizim açımızdan önemli bir sorun teşkil ediyor. Bu pazarlara girebilmek için ciddi çaba sarf ediyoruz. Bu durumu bire bir Endonezya ve Filipinler’de yaşadık. Endonezya’da Türk unu büyük bir marka hâline gelmiş ve sofralarda yerini almıştı. Ancak Endonezya hükümeti, buğday unu fabrikalarına özel destek sağlayarak kendi üreticilerini koruma yoluna gitti. Gümrük vergilerini artırarak Türk ununun pazarda kalmasını zorlaştırdı. Bazı yatırımcılarımız orada fabrikalar kurarak varlığını sürdürmeye çalıştı, ancak bireysel girişimlerde bulunan birçok sanayicimiz, pazarın yapısı gereği Endonezya’dan çekilmek zorunda kaldı.

HAKSIZ REKABET DAVALARINI KAZANDIK

Benzer bir durum Filipinler’de de yaşandı. Özellikle ABD kaynaklı girişimlerin etkisiyle, Türkiye’ye karşı Dünya Ticaret Örgütü nezdinde haksız rekabet davaları açıldı. Ancak Türk sanayicileri bu davaları kazandı ve haksız rekabet yapmadığımız kanıtlandı. Bunun sonucunda Filipinler’e sıfır gümrük vergisiyle un ihracatı yapma fırsatı yakaladık. Ancak bu kez de dış kaynaklı desteklerle yeni fabrikalar kurularak pazar daraltıldı ve ihracatımız zorlaştırıldı.

Bu tür zorlukları Afrika’da, özellikle Angola’da da yaşıyoruz. Sudan gibi ülkeler, un ihracatımız için önemli pazarlar arasında yer alsa da, temel gıda maddesi olması sebebiyle stratejik bir ürün olarak görülüyor. Devletler, bu ürünün üretimini kendilerinin yapması gerektiğine inanıyor ve bu durum ihracat pazarlarımızda önemli daralmalara yol açıyor.


Geçtiğimiz yıl sektör olarak belirlediğimiz 4 milyon tonluk un ihracat hedefi aslında ulaşılabilir bir hedefti. Ancak hükümetimiz, 15 Haziran-15 Ekim tarihleri arasında un ihracatının sadece yerli buğday kullanılarak yapılmasını kararlaştırdı. Biz, rekabetçi fiyatlar sağlanmadığı takdirde bunun mümkün olmayacağını yetkililere ilettik. Bu karar uygulanmaya devam etti ve sektörümüz, yaklaşık 1 milyon tonluk un ihracatını gerçekleştiremez duruma geldi. 2024 yılının ocak ayındaki yükselişe baktığınızda, bunun sürdürülebilir olduğunu matematiksel olarak görebilirsiniz. Tabii ki hükümetimizin aldığı kararlara saygımız sonsuz. 

FIRSATLARI DOĞRU DEĞERLENDİRMELİYİZ

Dubai’de gerçekleşen Gulfood Fuarı’na un sanayimiz, en büyük katılım sağlayan sektörlerden biri. Artık Türkiye, dünya un piyasasında güçlü bir oyuncu hâline geldi. Bugün, dünyada un ihtiyacı denildiğinde akla ilk gelen ülkelerden biri Türkiye.  Bu başarı, sanayicilerimizin üretim kapasitesi, iklim koşullarına uygun un çeşitleri geliştirme becerisi ve pazar ihtiyaçlarına özel çözümler üretmesi sayesinde elde edildi.

Irak’ta da benzer bir durum söz konusu. Irak, kendi un fabrikalarını kurup gümrük tarifelerini artırmasına rağmen, Türk un sanayisinin yüksek kaliteli üretimi nedeniyle hâlâ Türkiye’den un ithal etmeye devam ediyor. Fakat pazar dinamikleri sürekli değişiyor. Geçmişte ilk sırada yer alan Angola’nın yerini bugün Cibuti almış durumda. Bu durum sonsuza kadar devam etmeyebilir. Ancak, lojistik avantajımızı doğru yönetebilir, Rusya ve Ukrayna’daki buğday üretimindeki fırsatları değerlendirebilirsek, Türkiye’nin un ihracatındaki liderliği sürebilir.

Bugün Avrupa Birliği’ne özel amaçlı un ihracatı yapan sanayicilerimiz var. Kimileri, “AB’ye bizim kadar kaliteli un üretemezsiniz” diyor. Ancak mesele sadece kalite değil. Fiyatlandırma, lojistik ve hizmet de bu denklemin bir parçası. Örneğin, Rusya buğday üretiyor ama bizim kadar ihracat yapamıyor. Biz, düşük kâr marjlarıyla çalışan aile işletmeleriyiz ve rekabetçi fiyatlarla dünya pazarında güçlü bir konumdayız. Diğer ülkeler, bizim kadar rekabetçi olmayı tercih etmiyor ve bu durum bize avantaj sağlıyor.

Katma değerli ürün üretmediğimizi biz de kabul ediyoruz, ancak un gibi temel gıda maddeleri stratejik ürünlerdir. Bununla birlikte, sektörümüz başka alanları da olumlu yönde etkiliyor. Örneğin, unlu mamul ihracatımız her geçen gün artıyor. Türkiye’ye duyulan güven sayesinde bizimle birlikte diğer sektörler de pazarlara giriş yapabiliyor. Örneğin, Cibuti’de başarılı çalışmalarımız sonucunda çimento, seramik ve demir sektörleri de bölgeye açıldı. 

SAVAŞIN BİTMESİ, TÜRKİYE İÇİN DAHA FAZLA TEDARİK İMKANI SUNACAK

Ocak ayı ihracatımız geçen yılın aynı dönemine göre %30 geride. TMO’nun 5 milyar dolarlık stoku olduğunu, bunun yarısının tüketildiğini ama kalan yarının hala durduğunu biliyoruz. Biz gerekli adımlar atılırsa eski başarımızı tekrar yakalayabileceğimize inanıyoruz. Dünya fiyatlarıyla ürün temin edilirse ve Toprak Mahsulleri Ofisi de bu yönde hareket ederse, bir engelimiz kalmaz. Ancak, geçtiğimiz yıl olduğu gibi hem ithalat engellenir hem de içerideki ürün piyasaya uygun fiyatlarda sunulmazsa, finansman maliyetleriyle birleşen bu zorluklar sektörü daha da sıkıntıya sokacaktır. Dünya piyasaları artık günlük değişiyor ve özellikle Rusya bu konuda ciddi yapılanmalara gidiyor. Bu gelişmeleri yakından takip etmemiz ve sektörümüzü koruyacak adımları hızla atmamız gerekiyor.


Savaşın sona ermesi bizim için büyük bir avantaj olur. Ukrayna, bizim için önemli bir hammadde tedarikçisi. Eğer savaş biterse, Rusya’ya olan bağımlılığımız azalır ve daha fazla ülkeden ürün alma imkanımız olur. 

TUSAF’TAN SÜRDÜRÜLEBİLİR ÜRETİM İÇİN PİLOT BÖLGE ÇALIŞMASI

TUSAF olarak, daha kaliteli buğday yetiştirilmesi adına pilot bölgeler belirleyerek bir çalışma yürütme fikri gündemimizde. Sektörümüzü güçlendirmek ve sürdürülebilir bir üretim modeli oluşturmak için tüm paydaşlarla iş birliği içinde olmaya devam edeceğiz. Sözleşmeli üretim modelini sektörümüz çok önemsiyor, çünkü buğday çeşitliliği bizim için çok değerli. Genelde buğday denince akla un ve ekmek gelse de, aslında buğday, yufka, gofret, bisküvi gibi çok sayıda farklı üründe kullanılmakta. Bugün dondurulmuş gıda sektöründe de çok büyük değişiklikler yaşanıyor ve her dondurulmuş gıda üreticisinin reçetesi farklı. 

SEKTÖR TEKNOLOJİYİ YAKINDAN TAKİP EDİYOR

Elimizdeki verilere göre, firmalarımız yapay zeka ve gelişen robot teknolojilerini yakından takıp ediyor. Sektörümüzdeki önemli firmaların verimliği artırmak için arayışta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Paketleme alanında birçok yenilik yaşanıyor. Sanayici arkadaşlarımız yeni teknolojiler geliştiriyor. Örneğin, insansız çuvallama makineleri, otomatik olarak malzemeyi alıp takıyor ve dikiyor. Bu tür yatırımlar yapan sanayicilerimiz var. Yeni fabrika yatırımları duraklamış olsa da mevcut fabrikalar, teknolojik açıdan kendilerini yenileyebilecek yatırımlar yapmaya devam ediyor. Özellikle paketleme tarafında ciddi bir teknoloji üretimi yapan sanayici arkadaşlarımız bulunuyor.

Piyasa Analizi Kategorisindeki Yazılar