Namık Kemal PARLAK
Editör
Gezegenimizin karşı karşıya olduğu en büyük zorluklardan biri sürekli artan ve 2050 yılında 10 milyara ulaşması beklenen dünya nüfusunun beslenme ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı. Son on yılda istikrarlı bir şekilde düşen küresel açlık, yeniden yükseliş eğiliminde ve şu anda dünya nüfusunun yüzde 11’ini etkiliyor. 2050’de 2 milyar insanı daha besleyebilmek için gıda üretiminin dünya genelinde yüzde 50 oranında artması gerekiyor. Verimliliği artırırken doğal kaynak temelini koruyan ve geliştiren yenilikçi sistemlere ihtiyaç var. Peki tarımsal araziler ve su kaynakları giderek azalırken bu nasıl mümkün olacak?
Bu konu üzerine kafa yoran uzmanlar; bilim adamları, vakıflar ve hükümetlerin başta tahıllar olmak üzere tarımsal ürünlerde verimi artırmak üzere yeni çeşitler, teknikler ve teknolojiler geliştirmek üzere adeta seferber oldukları 1960’lardaki gibi ‘yeşil devrim’in gerektiğini söylüyor. Bu doğrultu da önemli çalışmalar yapılıyor, projeler geliştiriliyor.
Bunlardan biri de dünya nüfusunu beslemek için bitkileri tarla yerine depolarda yetiştirme fikri. Bu konuya odaklanan bilim adamlarından Quuensland Üniversitesi kıdemli araştırmacısı Lee Hickey ve ekibi, buğday ve mısır gibi başlıca ürünlerin yeni çeşitlerini yetiştirirken hızlı ıslah, genom düzenleme, kapalı mekanda ürün yetiştirme, sıcaklık ve atmosfer şartlarını değiştirme gibi teknolojileri kullanıyor. Bu ürünlerin tarladan alınıp kontrollü koşullarda yetiştirilmesi; toprak, su, ışık ve hatta karbaondioksit düzeylerinin ayarlanabilmesini mümkün kılıyor. Dr. Hickey’in geliştirdiği protokol sayesinde, bir yılda sadece iki kez yerine tam altı kez ürün alınabiliyor. Hickey’ye göre; buğday gibi ürünlerin oluşma süresini kısaltarak, daha az kaynakla daha fazla gıda elde etmek mümkün.
Gıda güvenliği riskini azaltma ve ortadan kaldırmaya yönelik bu ve benzeri çalışmalar şu an münferit olarak yürütülüyor. Ancak bu çalışmaların gelecek adına gerçek umut ve çözüm olması adına uluslararası toplumun koordineli hareket etmesi gerekiyor. Ancak dünya genelinde artan jeopolitik gerilimler bu konuda umutlu olmamızı engelliyor.