Gıda üretiminin geleneksel direklerinden biri olarak görülen değirmencilik sektörü, sessiz ama köklü bir dönüşümden geçiyor. Bu değişimin arkasında ise insan kaynağına, mesleki becerilere ve akıllı teknolojilere yapılan yeni yatırımlar yatıyor.
Stefan Birrer
Endüstriyel gıda üretiminin uzun süredir değişmeyen kalelerinden biri olarak kabul edilen değirmencilik sektörü, derin bir dönüşüm süreci yaşıyor. Bu dönüşümün merkezinde eğitim, yetenek geliştirme ve teknolojik inovasyona duyulan ilgi yer alıyor. Bu mesaj, Bühler’in Haziran ayında İsviçre’nin Uzwil kentinde düzenlediği Networking Days etkinliği boyunca sıkça vurgulandı. Bühler yöneticileri, tahıl işleme sektöründe verimlilik ve dayanıklılığın itici gücünün eğitim ve insan kaynağı olduğunu ortaya koyan etkileyici bir vizyon sundu.
Etkinlik sırasında sektöre dair değerlendirmelerde bulunan Bühler Değirmencilik Çözümleri İş Birimi Direktörü Stefan Birrer, “Genellikle makinelerden ve otomasyondan bahsederiz. Ama gerçek şu ki, yetkin insan kaynağı olmadan, eğitimli operatörler olmadan hiçbir sistem çalışmaz,” ifadesiyle, teknolojik yatırımların ancak nitelikli insan gücüyle anlam kazandığını vurguladı.
Bühler, İsviçre’deki merkezinde, 1.800 metrekarelik son teknolojiye sahip yeni Değirmencilik Akademisi’ni açtı. Sektörün değişen ihtiyaçlarına yanıt verecek şekilde tasarlanan bu tesis, onlarca yıllık uzmanlığı en son teknoloji ve modern eğitim yöntemleriyle bir araya getiriyor. Araştırma ve eğitim merkezlerine doğrudan erişim sayesinde kursiyerler, sektörün kilit alanlarında benzersiz uygulamalı deneyim kazanma fırsatı elde ediyor.
UN TÜKETİMİNDE DEĞİŞEN COĞRAFYA
Küresel ölçekte una yönelik talep hacimsel olarak artmasa da, coğrafi olarak belirgin bir kayma yaşanıyor. Stefan Birrer’in de açıkladığı üzere, buğday tüketiminde bölgesel olarak ciddi farklılaşmalar göze çarpıyor. Dünyada her yıl ortalama 800 milyon ton buğday üretiliyor ve bunun yaklaşık 570 milyon tonu insan tüketimi amacıyla endüstriyel değirmenlerde una dönüştürülüyor. Bu miktarın neredeyse yarısı—yaklaşık 265 milyon tonu—yalnızca üç bölgede tüketiliyor: Hindistan, Orta Doğu ve Afrika. Aynı zamanda bu bölgeler, nüfus artışı, kentleşme ve beslenme alışkanlıklarındaki değişim nedeniyle yeni talep dalgalarının yükseldiği yerler.
“Eskiden Avrupa, Amerika ya da Çin’i buğday tüketiminin lokomotifi olarak görürdük,” diyen Birrer, “Ama artık esas büyüme, geçmişte yeterince hizmet götürülemeyen bölgelerden geliyor,” ifadeleriyle tüketimdeki eksenin kaydığına dikkat çekti.

Bu dönüşüm yalnızca daha fazla un üretmeyi değil, aynı zamanda daha akıllı ve sürdürülebilir üretim yöntemlerinin geliştirilmesini de zorunlu kılıyor. İşte tam bu noktada, Bühler’in eğitim faaliyetlerine ve nitelikli değirmenci yetiştirme konularına odaklanması önem taşıyor.
DEĞİRMECİNİN YENİ YETKİNLİK HARİTASI
Günümüz değirmenleri artık yalnızca dişlilerin ve valslerin çalıştığı mekanik tesisler değil. Modern un fabrikaları; dijital olarak birbirine bağlı, hassas biçimde yönetilen sistemlerden oluşan bir ekosisteme dönüşmüş durumda. Bu yapının verimli şekilde işletilebilmesi, çok daha geniş bir yetkinlik setine sahip profesyonelleri gerektiriyor: mekanik ve elektrik bilgisi kadar veri okuryazarlığı ve süreç optimizasyonu da artık olmazsa olmaz.
Stefan Birrer, “Üniversiteden mezun bir değirmenciyi doğrudan işe alamazsınız. Bu yeteneği temelden inşa etmeniz gerekir,” diyerek sektörün ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün uzun soluklu ve stratejik bir eğitim süreciyle yetiştirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Küresel ölçekte yapılan analizler, dünya genelindeki 12 bini aşkın endüstriyel un değirmeninin verimli bir şekilde çalışmaya devam edebilmesi için en az 50 bin iyi eğitilmiş profesyonele ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Bu ihtiyacın altında ise gittikçe karmaşıklaşan tedarik zincirleri, sıkılaşan gıda güvenliği düzenlemeleri ve artan sürdürülebilirlik baskısı yatıyor.
Ancak genç yetenekleri değirmencilik sektörüne çekmek ve burada tutmak kolay değil. Stefan Birrer, bu sorunun temelinde sektörün dışarıdan yeterince modern ve cazip görünmemesinin yattığını belirtiyor: “Sektör, gençlerin ilgisini çekecek modern ve dinamik bir imajı her zaman yansıtamıyor.” Bugünün genç profesyonelleri daha dijital, daha esnek ve anlam odaklı kariyerlere yöneliyor. Oysa değirmencilik sektörü; sürdürülebilir gıda üretimi, teknolojiyle entegre üretim süreçleri ve küresel ölçekte etkili bir misyon sunma açısından bu beklentileri karşılayabilecek potansiyele sahip. Eğer bu potansiyel doğru anlatılmaz ve gençlerle doğru bir iletişim kurulamazsa, sektör gelecekte ciddi bir yetkinlik açığıyla karşı karşıya kalabilir. Birrer’in ifadesiyle: “Bir un fabrikasının amacı insanları doyurmaktır. Bu çok güçlü bir misyon. Ama bunu insanlara daha iyi anlatmayı öğrenmeliyiz.”

YETENEĞİ DOĞRU YERDE GELİŞTİRMEK
Bühler’in genç yetenekleri sektöre kazandırma hedefi doğrultusunda attığı en önemli adımlardan biri, sahaya dayalı ve yerelleştirilmiş eğitim merkezlerine yatırım yapmak oldu. Bu yaklaşımın en çarpıcı örneği ise Kenya’nın Nairobi kentinde faaliyet gösteren Afrika Değirmencilik Okulu (African Milling School – AMS) hem stratejik vizyonun hem de bölgesel bağlılığın güçlü bir yansıması niteliğinde.
Okul hakkında bilgi veren AMS Direktörü Priscilla Bakalian, “AMS’yi 10 yıl önce kurduğumuzda hedefimiz son derece netti: Afrika kıtasında temel değirmencilik becerilerini yaygınlaştırmak. Bugüne kadar Ürdün, Pakistan, Tanzanya ve Güney Afrika gibi çok farklı ülkelerden 1.400’ün üzerinde öğrenciyi mezun ettik.” diyor.
Okulda, İsviçre’nin çift eğitim modeline dayalı olarak hem kısa süreli atölye çalışmaları hem de iki yıllık mesleki eğitim programları sunuluyor. Ancak eğitim yalnızca teorik bilgiyle sınırlı değil; AMS, uygulamalı ve sahaya dayalı öğrenimi esas alıyor. Öğrenciler, gerçek ekipmanlar üzerinde çalışarak operasyon, arıza giderme ve bakım süreçlerinde doğrudan deneyim kazanıyor.

Bu modelin etkisi rakamlarla da kendini gösteriyor. Bakalian, sadece bir aylık eğitimi tamamlayan bir öğrencinin, çalıştığı değirmende elektrik tüketimini %15 oranında azaltarak yılda 140 bin dolar tasarruf sağladığını aktarıyor. Bu örnek, eğitimli bir operatörün operasyonel verimlilik ve maliyet avantajı açısından nasıl fark yaratabileceğini güçlü biçimde ortaya koyuyor.
Afrika Değirmencilik Okulu aynı zamanda sürdürülebilir uygulamaları da teşvik ediyor. Öğrencilere israfı en aza indirme, yan ürünleri yeniden değerlendirme ve ekipmanlarının ömrünü uzatma gibi konularda eğitim veriliyor. Bakalian bu noktada önemli bir uyarıda bulunuyor: “Bakım yapılmazsa, 1 milyon dolarlık bir değirmen iki yıl içinde 40 yıllık gibi görünebilir.”
DEĞİRMENCİLİKTE DİJİTAL ÇAĞA GEÇİŞ
Dario Grossman
Bühler, küresel bilgi paylaşımını desteklemek amacıyla Uzwil’deki merkezinde yer alan Değirmencilik Akademisi’ni baştan sona yeniledi. 1979 yılında kurulan ve bugüne kadar 19.000’den fazla profesyoneli eğiten akademi, artık Dario Grossman liderliğinde dijital çağın gerekliliklerine tam anlamıyla entegre olmuş durumda.
İsviçre Değirmencilik Okulu’yla iş birliği içinde yürütülen bu dönüşüm kapsamında, akademinin eğitim ortamı baştan tasarlandı. Yeni öğrenim altyapısı şu unsurları içeriyor:
- Dokunmatik ekranlarla donatılmış interaktif sınıflar
- Makine simülatörleri ve dijital kontrol panelleri
- Grup çalışmasına uygun ortak öğrenme alanları
- Hibrit eğitime imkân tanıyan uzaktan eğitim altyapısı
Dario Grossman, bu yeni yaklaşımı şu sözlerle özetliyor: “Biz yalnızca makinelerin nasıl çalıştığını öğretmiyoruz; nasıl düşünülmesi, analiz yapılması ve uyum sağlanması gerektiğini öğretiyoruz.”
Bühler Değirmencilik Akademisi bugün artık yalnızca kendi müşterilerine değil; kamu kurumlarına, özel şirketlere ve hatta sektördeki rakiplere bile özel olarak tasarlanmış eğitim programları sunuyor. Yakın tarihte Pakistan’da düzenlenen bir eğitiminde, 23 katılımcıdan yalnızca 4’ünün Bühler müşterisi olduğunu söyleyen Grossman, bunun da şirketin sektör genelinde standartları yükseltmeye ne kadar kararlı olduğunun açık bir göstergesi olduğunu belirtiyor.
Beceri kazandırmanın ötesinde, akademi çalışan bağlılığı ve motivasyonunun artırılmasında da önemli bir rol üstleniyor. Belirli bir sistematiğe oturtulmuş eğitim yolları, kariyer gelişim imkânları ve çalışanlara sunulan anlamlı bir amaç duygusu, un sanayisinin yüksek rekabetli iş gücü piyasasında nitelikli yetenekleri elde tutmasına ciddi katkı sağlıyor.
MODERN DEĞİRMENLER ARTIK BİRER KOKPİT
Stefan Birrer, modern değirmenleri bir uçak kokpitine benzeterek dikkat çekici bir karşılaştırma yapıyor: “Uçaklar otopilotla uçabilir, ama beklenmedik bir durumda mutlaka eğitimli bir pilota ihtiyaç vardır. Değirmenler de bundan farksız.” Bu benzetmeyle, otomasyon sistemleri ne kadar gelişmiş olursa olsun, insan faktörünün hâlâ kritik önemde olduğunu vurguluyor. Gerçek zamanlı karar alma, bağlamsal veriyi doğru yorumlama ve sistem dışı durumlara müdahale gibi beceriler, ancak iyi eğitimli ve deneyimli profesyonellerle mümkün hale geliyor. Birrer’e göre, modern sistemler operasyonel sorunların %80 ila %90’ını uzaktan çözebilecek kapasitede; ancak kalan kısmı için yetkin, analitik düşünebilen insanlara ihtiyaç var.
Birrer, bu nedenle sektörde iş tanımlarının da kökten yeniden ele alınması gerektiğini savunuyor. Modern değirmencilikte yaratıcılık, sorumluluk bilinci ve analitik düşünme artık temel beceriler arasında yer almalı. “Neden genç bir çalışan, iki tesis arasındaki verim farklarını takip edip sebeplerine dair analiz yapmasın?” diye soran Birrer, bu tür görevlerin hem anlamlı hem de genç profesyoneller için motive edici olduğunu belirtiyor.

Stefan Birrer, sektörün insan kaynağına bakışını sorgulayan çarpıcı bir mesaj veriyor: “İyi bir değirmenci olmak için illa lisans ya da yüksek lisans diploması gerekmez. Her birey potansiyele sahiptir—yeter ki ona saygı duyalım, destek olalım ve onu doğru şekilde eğitelim.”
Bu sözler, küresel değirmencilik sektörünün geleceğine dair net bir yön çiziyor: Sektörde rekabetçi ve dirençli kalmak isteyen her aktör, mühendisliğe gösterdiği önemi eğitime de vermek, sürece odaklandığı kadar insana da odaklanmak zorunda. Afrika’nın yükselen pazarlarından Avrupa’nın yerleşik sanayi merkezlerine kadar her bölgede, gerçek rekabet avantajı yalnızca teknolojide değil, o teknolojiyi doğru kullanan insanlarda yatıyor.