“LIVZYM olarak amacımız biyoteknolojinin enzim alanındaki ilk biyoteknolojik işletmesi olarak lokal bir dil ile bulunduğumuz coğrafyadaki enzim pazarını büyüterek enzimlerin endüstriyel alandaki kullanımının genişlemesine katkıda bulunmak. Gerekli kapasite artırımı ve altyapı yatırımlarıyla ülkemizin ve bölgemizin enzim ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamayı hedefliyoruz.”
Dr. Serdar Uysal
LIVZYM Biyoteknoloji
Kurucu Genel Müdürü
Ortadoğu ve Afrika’nın ilk ve tek biyoteknoloji Ar-Ge fabrikası olan LIVZYM, Covid-19 pandemisi sürecinde hayatî önemi daha iyi anlaşılan gıda üretiminde sürdürülebilir çözümlere odaklanan bir firma. Türkiye’deki üniversite ve yüksek lisans eğitiminin ardından ABD’nin seçkin üniversitelerinde 13 yıl boyunca bilimsel çalışmalar yürüten Dr. Serdar Uysal tarafından 2014’te kurulan firma, dünyada 10 milyar dolarlık bir hacme ulaşan enzim sektöründe ülkemizin dışa bağımlılığını azaltılmasını hedefliyor.
Değirmenci Dergisi’nin bu ayki konuğu olan Dr. Uysal, biyoteknolojiyi gıdadan endüstriyel üretime kadar geleceği şekillendirecek itici güç olarak görüyor. Üretim stratejilerinde gıda ve yem güvenliğine öncelik verdiklerini belirten Uysal, verilen doğru destekler sayesinde Savunma Sanayi’nde yaşanan başarının benzerinin biyoteknoloji alanında da yakalanabileceğine inanıyor.
LIVZYM Biyoteknoloji Kurucu Genel Müdürü Dr. Serdar Uysal ile gıdanın geleceğini, biyoteknolojiyi, enzim sektörünü ve şirketin hedeflerini konuştuk.
Serdar Bey, sizi tanıyabilir miyiz? Bize kendinizden bahseder misiniz?
Aslen İzmir Ödemişliyim. Asker olan babamın o dönem görev yaptığı Kars’ta doğdum. Yine babamın vazifesi sebebiyle ilkokulu 3 ayrı yerde okuyarak bitirdim. Küçükten beri okumayı çok severim. Varlığın ve tabiatın doğasını anlamak, insanlık olarak dünya üzerindeki yolculuğumuzu keşfetmek, benim için hep heyecan verici oldu. Sosyal ve temel bilimlere neredeyse eşit seviyede ilgi duydum. Her ne kadar kariyerimi moleküler biyoloji ve biyokimya alanında inşa etmiş olsam da felsefe, antropoloji ve mistik geleneklerle özel olarak ilgilendim. Mevlâna, Ömer Hayyam, Wittgenstein konusunda bir tartışma başlatırsanız, sizinle saatlerce sohbet edebiliriz.
Belki de okuma merakımdandır, başarılı bir öğrencilik hayatım oldu. İTÜ’de yüksek lisansımı tamamladıktan sonra gittiğim ABD’de 13 yıl boyunca seçkin üniversitelerde bilimsel çalışmalar yürütme şansı yakaladım. İlk durağım MIT idi. Sonrasında Chicago Üniversitesi’nde doktoramı tamamladım. Ardından da altı sene boyunca Harvard’da doktora üstü ihtisas yaptım.
Bu dönemde “Sentetik yollarla antikor üretimi ve proteinlerin atomik çözünürlükte yapılarının belirlenmesi” konusuna odaklandım. Antikor üretimi, kanser başta olmak üzere farklı hastalıklara uygulaması olan bir teknolojidir. Ancak eğitimim sırasında bunun dışında başka alanlara da ilgi duymaya başladım. Bu bağlamda protein, aşı ve enzimleri de içeren rekombinant yollarla protein üretimi ve saflaştırılması gibi konularda da kendimi yetiştirmeye ve geliştirmeye çabaladım. Şu anda ise Bezmialem Vakıf Üniversitesi Yaşambilimleri ve Biyoteknoloji Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve LIVZYM Biyoteknoloji Kurucu Genel Müdürü olarak çalışmalarıma devam ediyorum.
Bezmialem Üniversitesi Yaşam Bilimleri ve Biyoteknoloji Enstitüsü’nün aynı zamanda kurucularındansınız. Enstitüyü kurma amacınız neydi ve üniversitenin kariyerinizdeki yeri nedir?
Yurda dönüş kararı almam, hayatımdaki dönüm noktalarından birisidir. Bu kararı almamda beni cesaretlendiren ve her zaman sitayişle anacağım kıymetli dostlarıma minnet duyduğumu burada da yinelemek isterim. Etrafımdaki insanların desteklerinden de güç alarak tersine beyin göçünü hayata geçirmek üzere 2014 yılında ülkemize döndüm ve de Bezmialem Vakıf Üniversitesi bünyesinde Biyoteknoloji Enstitüsü Kurulumu çalışmalarına yoğunlaştım.
Üniversitedeki Mütevelli Heyeti Başkanımız ve Rektör Hocamızın himayelerinde ve bu alandaki çok güçlü destekleriyle, gerçek anlamda dünyadaki başarılı örneklerin uygulamalarını yansıtabildiğimiz bir enstitüyü kurabildik. Üniversitemizin 40 Milyon TL’yi aşan yatırımıyla kurduğumuz ve eğitimlerini MIT, Stanford ve John Hopkins gibi dünyanın sayılı üniversitelerinden almış olan 10 akademisyen araştırmacının çalıştığı laboratuvarlarımız mevcut. Böylece yurt dışından biyoteknolojiye hakim olan çok kıymetli insanları ülkemize transfer etmiş olduk.
Ortadoğu ve Afrika’nın ilk ve tek biyoteknoloji Ar-Ge fabrikasını kurdunuz. Livzym Biyoteknoloji’nin kuruluş amacını ve öyküsünü sizden dinleyebilir miyiz?
Daha doktora yıllarından itibaren “Türkiye’de biyoteknolojik olarak neler üretilebilir, bu alanda ihtiyaçlar neler ve ülkeme nasıl katkı sağlayabilirim?” soruları, zihnimi meşgul etmeye başlamıştı. Sonraki yıllarda bu sorular çerçevesinde yaptığım araştırmalarda gördüm ki Türkiye’nin yaklaşık 150 milyon dolarlık endüstriyel enzim ithalatı var. Hemen her endüstrinin ve sektörün ihtiyaç duyduğu enzim pazarı bölgesel olarak 2 milyar dolar, dünyada ise 10 milyar dolarlık bir paya sahip. Ülkemiz ise, ihtiyacının tamamını ithal ediyor. Kuzey Afrika’dan Rusya’ya kadar olan bölgede de endüstriyel enzim üreticisi yok. Bu alanda dışa bağımlılığın azaltılmasının sağlanması için ithal ettiğimiz enzimleri yerli ve milli imkânlarla üretebilecek bir biyoteknoloji fabrikası kurma fikri doğdu.
Enstitüyle eş zamanlı olarak da diğer bir hayalim olan teknoloji start-up konseptiyle LIVZYM’i de Türkiye’ye döner dönmez yine 2014’te kurdum.
Şu an Beykoz’daki genel merkezimizde laboratuvar ve pilot ölçeklerde Ar-Ge faaliyeti, İstanbul’un Tuzla ilçesindeki Organize Deri Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikamızda ise endüstriyel ölçekte enzim üretim faaliyetlerini yürütüyoruz.
Moleküler biyoloji ve kimya mühendisliği alanında uzman arkadaşlarımızın ağırlıklı olduğu Ar-Ge ekibimizi, yine kendi alanlarında ciddi yöneticilik ve üretim tecrübeleri bulunan isimlerle bir araya getirerek teknoloji start-up’ı ruhunu yansıtan bir ekip oluşturduk. Yaptığımız işin iktisadi boyutu kadar ülkemize kazandırdığı yetkinlikten de enerji alan bu ekiple çalışmak gerçekten mutluluk verici bir deneyim.
Biyoteknoloji en çok hangi sektörlerde gerekli oluyor? Enzim teknolojisi en çok hangi alanlarda kullanılıyor?
Bildiğiniz gibi; Covid-19 salgınıyla birlikte özellikle gıda ve tarımın geleceği kritik bir önem düzeyine taşındı. 2050 yılında dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağı öngörülüyor. Artan nüfusun gelecekteki gıda ihtiyacını karşılayacak sürdürülebilir çözümlere ihtiyaç var. Biyoteknoloji de birçok sektörü kapsamasının yanı sıra, gıdadan endüstriyel üretime kadar pek çok alandaki dönüştürücü gücüyle, geleceği şekillendirecek bir itici güç olarak öne çıkıyor.
Bu noktada endüstriyel enzimlerin hayatımızdaki önemi ve gerekliliği her geçen gün daha belirgin hale geliyor. Çeşitli sektörlerde teknolojik ara ürün olarak kullanılan enzimler, biyokimyasal özellikleriyle muadillerine göre daha çevreci ve uygulaması kolay alternatifler. Enzim üretimi için gerekli mikroorganizmalar, modern moleküler biyoteknolojik yöntemlerle endüstriyel üretime hazır hale getiriliyor. Enzimler çoğunlukla gıda alanında; nişasta, fırıncılık, süt, biracılık ve meyve suyu endüstrilerinde değerlendiriliyor. Ayrıca deterjan endüstrisi başta olmak üzere, tekstil, deri, kâğıt, yem endüstrileri, biyoyakıt üretimi ve kişisel bakım sektörü gibi pek çok alanda da kullanılıyor. Biz Livzym olarak üretim stratejilerimizde gıda ve yem güvenliğine öncelik verdik.
Enzimlerin en önemli faydalarından birisi gıda ve tarım alanında sunduğu çözümlerle, dünyanın sürdürülebilirliğine katkı sunması. Bunların yanında kullanıldığı sektörlerde üretim hızını ve verimini artırıyor, temiz su kaynaklarının korunmasını sağlıyor. Daha önceleri bu iş için kullanılan kimyasal katalizörlerin yerini aldığı için, karbon salımını azaltıyor, su ve enerji tasarrufu sağlıyor. Sıfır atıkla üretimi mümkün kıldığı için hem çevreyi hem de insan sağlığını koruyor. Örnek vermek gerekirse; jean kumaşını beyazlatmak için kimyasal madde kullanan tesislerin atık suları doğayı zehirlerken, aynı işi enzimle yapan tesislerin atık sularında balıklar yaşıyor. Yani tamamen sürdürülebilir ve çevreci, yeşil bir teknoloji.
Şu an dünyada biyoteknoloji alanında faaliyet gösteren büyük şirketler mevcut. LIVZYM olarak amacımız biyoteknolojinin enzim alanındaki ilk biyoteknolojik işletmesi olarak lokal bir dil ile bulunduğumuz coğrafyadaki enzim pazarını büyüterek enzimlerin endüstriyel alandaki kullanımının genişlemesine katkıda bulunmak. Gerekli kapasite artırımı ve altyapı yatırımlarıyla ülkemizin ve bölgemizin enzim ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamayı hedefliyoruz.
Siz yurt dışındaki eğitiminizi bırakarak Türkiye’ye döndünüz. Türkiye’ye tersine beyin göçünü gerçekleştirmek için neler yapılmalıdır? Bunun ülkemize katkıları nasıl olur?
Bahsettiğim gibi; ABD’deyken, ‘Ülkeme biyoteknoloji alanındaki altyapımdan hareketle nasıl katkı sağlayabilirim?’ sorusundan yola çıkarak ‘Yurt dışından ithal ettiğimiz enzimleri yerli ve milli imkânlarla üretebilecek bir biyoteknoloji şirketi kurmak’ hayalimdi.
Ancak benim hayalimin iki ayaklı olduğunu vurgulamakta fayda görüyorum. Kurmayı hedeflediğim şirketin başarılı olması ve ayakta kalması için doğru insan kaynağıyla buluşması, olmazsa olmaz koşuldu. Bu yüzden ben, “Biyoteknoloji şirketi ve biyoteknoloji enstitüsü kurulumundan oluşan, eş zamanlı ilerleyecek iki projeyi hayata geçirme” hayali ve hedefiyle ülkeme döndüm.
Harvard Longwood kampüsünde bazen kahvemi yudumlarken kendime sorduğum çok olmuştur: “Neden biz de Türkiye’de; ABD’deki MIT Whitehead, İsveç’teki Karolinska, Almanya’daki Max Plank veya İsrail’deki Weizmann gibi bir enstitü kuramayalım?” İsmini andığım bu enstitüler, bulundukları ülkelerdeki en vizyoner üniversitelerin himayesinde ileri düzeyde çalışmalar yürüten ve belirli imtiyazlar tanınan öncü araştırmacı kuruluş konumundadır.
Bizim Bezmialem Vakıf Üniversitesi çatısı altında hayata geçirdiğimiz gibi enstitülerin ülkemizdeki sayıları arttıkça ve de LIVZYM gibi girişimlerimiz başarılı oldukça, yurt dışındaki insan kaynağımızın da ülkemize dönüşünün kolaylaşacağına inanıyorum.
Hizmete açtığınız fabrika ile ülkemizin ihtiyacı olan enzimlerin %100’lük dışa bağımlılık oranını düşüreceğinizi söylüyorsunuz. Bunun ülkemize katkıları ne olur? Bu alanda daha etkili olabilmek için sizce neler yapılmalıdır?
Ülkemizin kilogram başına ihracat rakamı maalesef arzu edilenin altında: 2019 yılı sonu itibariyle 1,23 ABD Doları. Mevcut üretim ve ihracat döngümüzü kırmak için katma değer yaratan inovatif sektörlerdeki girişimlerin artması ve desteklenmesi şart.
Önümüzde başarılı örnekler var. Savunma Sanayi’ne verilen doğru destekler sayesinde bu sektörümüzde kilogram başına ortalama ihracat gelirimiz 62 dolar.
Savunma sanayiinde ülkemiz ortalamasının 50 kat üzerinde yaratılan katma değerin benzeri bir başarının, biyoteknoloji alanında da yakalanabileceğine samimiyetle inanıyorum.
Başka bir örneği, başka bir açıdan ele almak kaydıyla dikkatinize sunmak isterim. Danimarka’nın nüfusu, sadece 5,8 milyon. Ancak biyoteknoloji sektöründe büyümeyi önceliklendiren stratejisi sayesinde Danimarka, bu alanda faaliyet gösteren ve değeri on milyarlarca doları aşan birden fazla şirket yaratabilmiş durumda.
LIVZYM, Türkiye’de biyoteknolojinin en zorlu uygulamalarından birisi olan enzim üretimini gerçekleştirerek önemli bir ilki gerçekleştirdi. Enzim alanında; “Ar-Ge, yatırım finansmanı, endüstriyel ölçekte üretim ve piyasaya satış” aşamalarının tamamını başarabildik. Bu süreçte öğrendiklerimizi ülkemizle paylaşmayı ve başka paydaşlarla birlikte büyümeyi hedefliyoruz.
Ancak daha yapılması gereken çok iş var. Biyoteknoloji ekosisteminin ülkemizde gelişmesi için, 5977 sayılı Biyogüvenlik Kanunu başta gelmek üzere ilgili tüm hukuki mevzuatın, sektörün önünü açacak şekilde güncellenmesi çok önemli. Yüksek katma değer yaratan biyoteknoloji ekosistemine dahil şirketlere özel teknolojik yatırım teşvik desteği verilmesi, biyoteknolojiye özel OSB ve 40-50 yıl kullanımlık arsa tahsisi gibi uygulamalar da sektörün önünü açacaktır.
Teknoloji ve tarımın birleşmesi ülkelere ne gibi katkılar sağlar?
Dünyaca ünlü MIT’nin ilk kadın rektörü unvanını taşıyan bilim insanı Susan Hockfield’ın çok beğendiğim bir kitabı var. Sanırım kitabın başlığını “Yaşayan Makinelerin Çağı: Biyoloji Bir Sonraki Teknoloji Devrimini Nasıl Kuracak?” şeklinde çevirmek doğru olacaktır.
Belki de bu sorunuzun en güzel cevabı da bu çalışmada veriliyor. Hockfield, artan dünya nüfusu nedeniyle insanlığın; enerji, su ve gıda tedarikinde giderek daha büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığına dikkat çekiyor. Biyolojideki tespitleri mühendislik ile harmanlayarak ulaşılan endüstriyel biyoteknolojiyi, bu zorlukları aşmak için insanlığın yönelmesi gereken alan olarak niteliyor.
Küresel anlamda 315 Milyar $’lık bir hacme ulaşan endüstriyel biyoteknolojinin yarattığı zenginlikten pay almak, maddi boyutun dışında başka cazip yönlere de sahip.
Çünkü endüstriyel biyoteknoloji; enerji, su ve gıda tedarikinde hem daha verimli hem de çevresel dengeleri koruyan sürdürülebilir çözümler sunuyor. Ülkemiz, devrim niteliğindeki bu küresel değişimi yakalayabilirse ekonomik açıdan bağımsızlaşacağız. Stratejik önemdeki gıda arzı güvenliğini sağlamak noktasında daha da güçleneceğiz. Elbette ki bu değişimi zamanında yakalamanın yolu da güçlü Ar-Ge faaliyetlerinden geçiyor.
LIVZYM’in 6 yıldan fazla süren Ar-Ge faaliyeti sonucunda (İlk faturasını kuruluşundan 6 yıl 4 gün sonra kesmiştir) ulaştığı endüstriyel üretim başarısı, teknolojik katma değeri yüksek üretimi amaçlayan diğer girişimler için de çok güzel dersler barındırmakta.
İstisnai bir tarihi, coğrafi ve kültürel zenginliğe sahip, 84 milyonluk güçlü bir ülkeyiz. Bu tecrübe sayesinde, ekonomimizi katma değeri yüksek değerler üreten bir yapıya dönüştürmek için gerekli organizasyonu gerçekleştirebileceğimize inancım tam.
Bir bilim insanı olarak ülkemiz gençlerine ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Ülkelerini sevsinler. Derin bir geçmişi, zengin bir kültürel birikimi olan kadim bir medeniyetin gururlu çocuklarıyız. Dünyayla rekabet edecek seviyede değer yaratmak için gerekli tüm donanıma sahibiz. Gençlerin kendilerine bir hedef belirlerken, her şeyden önce bu hedefe tutkuyla bağlanıp bağlanmayacaklarından emin olmalarını öneririm. Bu yolda verilen emek tutkuyla beslenmiyorsa, hayattan istediklerini alma şansları çok düşük. En az 15 yıl gece gündüz çalışmadan herhangi bir konuda derinleşmek mümkün değil. Üretmeden de her anlamda zenginleşmek çok zor. Bir abileri olarak verebileceğim en sade tavsiye hayata dair tutkularını keşfetmeleridir.
LIVZYM şu anda hangi aşamada? Yapmayı planladığınız hedef ve projeler var mı ? Varsa bunlardan bize bahseder misiniz?
Halihazırda tüm enerjimizi LIVZYM’in başarıyla yoluna devam etmesine ve yerli enzim üretimine odaklamış durumdayız. LIVZYM’in de 5 ila 10 yıllık bir vadede kendi alanında PETKİM veya TÜPRAŞ muadili bir üretim kapasitesine ulaşmasını hedefliyoruz. Bu toprakların bir evladı sıfatıyla daha büyük hedefim ise LIVZYM’in açtığı yoldan yeni LIVZYM’lerin yaratılması ve de böylece endüstriyel biyoteknoloji ekosisteminin ülkemizde layıkıyla gelişmesi.