Dünya un ticaretini domine eden
Türkiye’nin önde gelen buğday unu üretici ve ihracatçılarından Doruk Un, hedef
büyüttü. 5 yıllık projeksiyonda perakende başta olmak üzere noodle ve makarna,
güneş enerjisi tesis, tarım ve tohumculuk, yem ve yem hammaddeleri alanında projeler
gerçekleştirmeyi planlayan şirket 1.1 milyar liralık yatırım yapacak.
Yatırımlarda 425 milyon lira ile aslan payını noodle ve makarnaya ayıracak olan
şirket, enerji için 275 milyon liralık yatırım düşünüyor. Şirketin bu
yatırımlardan beklediği en büyük ciro hedefi ise noodleden 4 milyar lira ve
makarna üretiminden 700 milyon lira.
Gürsel
Erbap
Yönetim
Kurulu Başkanı
Doruk Un
32 yıldır sektörün her alanında tecrübe edinmiş, sektörün duayen isimlerinden Doruk Un Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Gürsel Erbap ile şirketin Tekirdağ’daki üretim tesislerinde konuşma imkanı bulduk. Şirketin yeni yatırımlarından dünya un ihracat şampiyonu Türkiye un sanayicisini bekleyen tehlikelere; dünya tahıl piyasalarından Karadeniz Tahıl Koridoru Anlaşması’na; Türkiye’nin un ihracat politikalarından buğday üretimine kadar birçok alanda merak edilenleri konuştuk.
Sayın Gürsel Erbap’ın sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:
Gürsel
Bey, öncelikle bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Firmanızın kuruluş
hikayesini ve başarıya giden yolculuğunu sizden dinleyebilir miyiz?
Bana bu imkânı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. 1965 Tutak-Ağrı doğumluyum. Üniversiteyi 1988 yılında ziraat mühendisi olarak bitirdim. İlk, orta, lise ve üniversite dahil bütün okulları birincilikle bitirdim. Sektöre 1989 yılında girdim. Sektörde en alt kademeden başladım. Un fabrikalarında laboratuvarda çalışarak iş hayatına atıldım. Birkaç yıl içinde sektörü yakından tanıdıktan sonra artık sektörde kalmaya karar verip yurt dışında değirmen mühendisliği eğitimi aldım. Bugüne kadar sektörle ilgili birçok seminerlere katıldım. Sektörle ilgili birçok kurum ve kuruluşta çalıştım. Sektörle ilgili görev aldığım sivil toplum kuruluşları arasında Türkiye Un Sanayicileri Federasyonu (TUSAF), Toprak Mahsulleri Ofisi, Marmara Bölgesi Un Sanayicileri Derneği, Türkiye İhracatçılar Meclisi ve çeşitli ihracatçı birlikleri yer alıyor. 32 yıldır da sektörde çalışmaya devam ediyorum.
Sektörde bu kadar eski olmama rağmen Doruk Un’un kuruluşu 2015 yılında gerçekleşti. 2015 yılından beri de ekipteki arkadaşlarla birlikte geçmiş tecrübelerimizi şirkette toplayarak devam ediyoruz.
Doruk Un olarak Türkiye’nin buğday ve buğday bazlı ürünler alanında en büyük üç markasından biriyiz. Yıllık 438 bin ton buğday kırma kapasitesi ve 350 bin ton un üretimimiz var. Ayrıca 60 bin ton buğday depolama kapasitesi ve 20 bin m2 ileri teknoloji tesise sahibiz. 2021 yılında 1,8 milyar TL ciroya ulaştık. Yeni yatırımlarla ciromuzu 5 yılda 7.25 milyar TL’ye çıkarmayı hedefliyoruz.
Kurlarda yaşanan hızlı artış ve pandemi nedeniyle daralan ticaret ağı sebebiyle temel gıda maddelerinin başında gelen un sektörü ciddi bir sınavdan geçti. Buna rağmen başarılarla dolu bir dönemi ve bereketli bir hasadı geride bıraktık. Tüm dünya ekonomisinde stratejik öneme sahip un sektörü, kur artışları, iklimsel etkiler, pandemi ve pandeminin getirmiş olduğu ekonomik belirsizlikler sebebiyle zor günler geçirdi. Ciddi küresel fiyat dengesizlikleri yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Geride bırakmış olduğumuz 2021 yılında Doruk Un olarak biz tüm bu şartlara rağmen hedeflerimizi yakaladık. Kısa dönem hedefimiz tedarik zincirimizi destekleyecek üretim ve lojistik yatırımları yaparak sektördeki gücümüzü daha da derinleştirmek. Buna ek olarak doğru pazar, doğru ürün ve talep doğrultusunda farklı kategorilerdeki un gereksinimlerini yönetmeye dair planlarımızı hayata geçiriyoruz.
Hızla
büyüyen bir başarı hikayeniz var. Çok uzun bir geçmişi olmamasına rağmen İSO
500, TİM’in İlk 1000 İhracatçı Firması listelerinde yer alıyorsunuz? Bu
başarının altındaki sır nedir?
2015 yılında kurulmuş bir şirket olmamıza rağmen çalışanlar, ekip, hepimiz geçmişte çalıştığımız şirketlerdeki know-howla, müşteri portföyü ve potansiyeliyle birlikte çalıştık. Yani sıfırdan yeni bir şirket kurulmuş gibi değil. Dediğim gibi 30 yıllık bir geçmişimiz, profesyonel çalıştığımız yerlerdeki iş, bilgi ve müşteri birikimleriyle birlikte bu noktaya geldik.
BUĞDAY HASADI 19 MİLYON TONU GEÇTİ
Geçen
yıl kuraklıktan dolayı çok da iyi olmayan bir hasat sezonu geçirdik. Bu yılki
hasadın sonuna geldik. Hasatla alakalı tahminlerinizi, sahadan aldığınız son
bilgileri bizimle paylaşır mısınız?
Geçen sene dediğiniz gibi kötü bir sezondu. Farklı rakamlar var. Ama TÜİK rakamlarına göre geçen seneyle bu sene arasında Türkiye genelinde yaklaşık yüzde 10-15’ik bir artış var. Bu da bu sene 19 milyon ton civarında bir buğday verimi olduğunu gösteriyor. Bize göre ise geçen yıl 16-17 milyon tonluk bir buğday üretimi vardı. Özellikle geçtiğimiz kış ülkemizin aldığı yağış miktarı ve iklimsel şartlar verimli bir hasat dönemi geçirmemize imkan sağladı.
Aslında Türkiye buğdayda kendi kendine yeten bir ülke. Türkiye’de doğru tarım politikaları ile hareket edilirse ve özellikle bu yıl olduğu gibi TMO tarım desteklerini devam ettirirse buğday üretiminde önemli bir artış olacaktır. Türkiye, tarım arazilerinin birleştirilmesi ve toplulaştırma yaparak, ekilmeyen alanları tarıma kazandırarak, verimlilik yatırımları yaparak ve teknolojiye entegre ederek mevcut üretimini %60 oranında artırabilir. Bu demek oluyor ki ithal etmeden ihracat potansiyeline kavuşarak katma değerli bir ekonomi yaratmak mümkün. Türkiye’de 2022 yılında 19 milyon 800 bin ton buğday üretimi tahmin edilirken 2025’te bu rakamın 22 milyon tonu aşması bekleniyor.
Marmara Bölgesi ve Trakya toprakları Türkiye buğday hasadı için çok önemli. 2022 buğday hasadında 19 milyon 800 bin tonluk Türkiye buğday hasadının yaklaşık 3 milyon 120 bin tonluk kısmı Marmara Bölgesi’nden elde edildi. Ekim alanı büyüklüğü ve verim açısından da buğday için önemli lokasyonlardan biri olan Marmara Bölgesi ve özellikle Tekirdağ, limanlara olan yakınlığı ile de bize lojistik avantaj sağlıyor. Marmara Bölgesi, İç Anadolu’dan sonra Türkiye buğday hasadını karşılayan ikinci büyük bölge olarak dikkat çekiyor.
İklim
değişikliği, kuraklık pandeminin etkileri ve son olarak iki dev tahıl üreticisi
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş sebebiyle küresel bir gıda krizi yaşanması
endişesi var. Uluslararası Tahıl Konseyi, buğday stoklarının son 5 yılın en
düşük seviyesinde olduğunu söylüyor. Savaş sebebiyle Karadeniz’den arz
konusunda sıkıntı var. Siz gıda kriziyle ilgili endişelere katılıyor musunuz?
Türkiye özelinde bu noktada bir tehlike var mı?
Aslında dünyadaki buğday veya hububat kaynaklı gıda krizi bundan iki-üç yıl önce başladı. Pandemi ile birlikte birçok alanda tarımın yapılmasında zaman kaybı oldu. Bazı yerlerde ekimler çok net yapılamadı. Tarım yapacak işçi bulunamadı. Dolayısıyla pandemi iyice gün yüzüne çıkan buğday krizine, 4-5 yıl önce piyasalarda oluşan düşük fiyatlar da etki etti. Dikkatle incelerseniz 4-5 yıl önce bütün dünyada buğday fiyatları 200- 250 dolar seviyelerine gelmişti. Bu aslında sadece Türkiye için değil, bütün dünyada çiftçilerin bu işi artık yapamaz hale gelmesine yol açtı.
Geçen yıl buna bir de kuraklık eklendi. Bence bu en büyük sorun. Biliyorsunuz çiftçi şunu yapıyor; her yıl için aynı metrekare toprakta ekim yapıyor. Dekar başına kullandığı tohum, ilaç, gübre aynı. Bunun için kullandığı traktör, mazot ve emek aynı. Çiftçi için dekardan aldığı verim çok önemli. İyi verim alırsa varsınız, kötü alırsa o sene yoksunuz. Geçen sene iklim şartları ve kuraklıktan dolayı verim düşüklüğü had safhaya çıktı.
Geçen sezon dünya genelinde buğday stoklarının azalmasına yol açan en önemli sebeplerden biri de mısır ve arpadaki eksiklikten dolayı Türkiye de dahil dünyanın bazı bölgelerinde kaliteli buğdayların hayvan yemi olarak kullanılmasıydı. Bu, dünya geleninde sıkıntıya yol açan ikinci büyük bir etkendi.
Dünya genelinde sıkıntıya yol açan üçünü büyük etken ve bence en önemlilerinden bir tanesi de agresif stok problemi. Ülkeler pandemi, savaş, kuraklık ve jeopolitik krizlerden dolayı stoklarını ne pahasına olursa olsun artırma çabasına girdi. Öyle çılgın buğday stoku yapıldı ki bazı ülkelerin stoklarını bilemiyoruz bile. Bu çok önemli. Yani hasat dönemi geldiğinde genellikle herkes stoktan çıkar, yeni hasada girer. Çünkü yeni hasatta daha uygun fiyatla ürün olacağını bilir. Özelikle bu sene bu olmadı. Dünyada bu arz-talep dengesi ile alakalı. Ne zamanki verim düşük olur, ne zaman ki arzda kısıtlamalar olur, hemen fiyatlar yükselir. Bu fiyatların yüksekliği de çiftçilerin ekim alanlarını daha büyütmesine sebep olur.
Özetle söylemek gerekirse gıda krizi riski var ama kıtlık olacağını düşünmüyorum. Her iki yarımkürede farklı zamanlarda hasat yapılıyor. Ayrıca Rusya-Ukrayna savaşından dolayı Rusya çok fazla pazara giremedi. Elinde ciddi tahıl stoku var. Rusya’nın bu sene verimi de çok iyi. Onun için yakın gelecekte risk var ama kıtlık beklemiyorum.
Özellikle
bazı ülkelerin stok yapmasından dolayı dünyada yaşanan bu panik halinin ne
kadar süreceğini tahmin ediyorsunuz?
Dikkat ederseniz aslında bu panik hali çok ciddi oranda düştü. Pandemiyle birlikte dünya piyasalarında buğdayın tonu 450, 470, 480 dolarlara kadar çıktı. Pandeminin sonlarına doğru 2022’nin başlarında dünya buğday piyasalarında bu rakamlar 300-320 dolarlara kadar geldi. Ancak daha sonra patlak veren Rusya-Ukrayna savaşıyla buğdayın tonu tekrar 450-460 dolarlara kadar yükseldi. Tahıl koridoru anlaşması ve yeni hasatla birlikte bugün tekrar 300-350 dolarlar bandına gelmeye başladı. Bence buralarda kalır, daha aşağı gelme ihtimalini görmüyorum. Çünkü hala dünyada krizler devam ediyor, pandemi daha bitmedi. Savaş korkusu var.
Buğday
fiyatlarının 300 doların altına inme ihtimalini görüyor musunuz?
Buğday fiyatlarının 300 dolarların altına inmesi de de tehlike arz eder. Çünkü daha çok aşağı inerse çiftçilerin buğday üretiminden kaçma tehlikesi var. Daha önceki dönemlerde hem ülkemizde hem de dünyada bunun örneklerini gördük. Özellikle çiftçinin üretimden uzaklaşmaması için fiyatların çok fazla aşağıya inmemesi gerekiyor. Bazen düşük fiyatlar sonraki senelerin üretiminde düşüşe yol açabiliyor.
Un
ihracatına gelmek istiyorum. Siz üretiminizin yüzde 60’ini yurtdışına yapıyorsunuz.
Dolayısıyla dünya un ticaretini çok yakından takip ediyorsunuz. Türkiye son 8
yıldır dünya un ihracat şampiyonu. Fakat bu ihracatın yaklaşık yarısı sadece Irak’a
gidiyor. Ancak Irak un ithalatı yerine buğday ithalatına ağırlık verip buğdayı
ülkesinde kırma politikasına yöneldi. Türk un sanayicisi için ihracat pazarının
daralması gibi bir tehlike öngörüyor musunuz? Türk uncusu, pazardaki konumu korumak
için neler yapmalı?
Dile getirdiğiniz bu tehlike sektördeki bütün meslektaşlarımızın düşünmesi gereken bir konu. Çok yerinde bir soru. Dünyadaki toplam un ihracatı 10 milyon ton. Bunun buğday karşılığı 13-14 milyon ton. Türkiye neredeyse bunun büyük bir çoğunluğunu, yüzde 30-35’ini karşılıyor. Türkiye’nin un sattığı Irak gibi diğer ülkeler de nihai ürün almaktansa buğdayı alıp hem istihdam yaratmayı hem de ürünü kendi ülkesinde üretmeyi istiyor. Yani un aldığı zaman unu alıp direkt marketten pazarlayıp satıyor. Ama buğdayı getirdiği zaman fabrika çalıştırıyor, istihdam yaratıyor. Çıkan yan ürünlerin kepeği ile hayvancılığı geliştiriyor. Onun için yakın gelecekte bu, ciddi bir risk.
Türkiye’nin un sektöründeki kurulu kapasitesini düşündüğünüz zaman şu an yaklaşık 500 un fabrikası var. Türkiye’nin toplam kapasitesi neredeyse 25-30 milyon ton buğday kırmaya denk geliyor. Yani bütün dünyada ticarete konu olan 10 milyon tonluk unu Türkiye tek başına verse bile hala ciddi bir kapasite fazlası duruyor. Türkiye’de çok ciddi bir kapasite fazlası oluştu. Özellikle Güneydoğu’daki fabrikalar Irak’a yapılan ihracatı neredeyse tek başına karşılıyor. O bölgedeki un fabrikalarında neredeyse Türkiye’nin bütün ihracatına yetecek kapasite var. Özellikle Mardin’de büyük buğday kırma kapasitesi mevcut. Bu çok ciddi bir risktir.
Doruk Un olarak önümüzdeki dönemler için aldığımız yatırım projelerine dikkat ederseniz bu riskleri gördüğümüzü anlarsınız. Gelecekte un pazarında daralma olacağını düşündüğüm için ürettiğimiz unumuzu noodle olarak, makarna olarak kendi fabrikamızda kullanacağız. Ayrıca unumuzu daha katma değerli hale getirmek için Panpan markamızla perakende sektörüne girerek bir ön tedbir aldık diyebilirim.
PANPAN PERAKENDE TARAFINDAKİ GÜCÜMÜZ OLACAK
Panpan’ı
ne zaman raflarda göreceğiz ve hangi kategorilerde yer alacak?
Perakende markamız Panpan ile evsel tüketime yönelik ürün geliştirdik. Bir ay içinde raflarda yerimizi alacağız. Panpan için şu an ismini söyleyemeyeceğim Türkiye’nin iki büyük market zinciriyle görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Hâlihazırda Türkiye’de market raflarını domine eden 2-3 un markası var. Biz raflara ilk çıkmamızla birlikte ilk üç içinde olmayı hedefledik. Kendimizi konumlandırdığımız yerimiz de orası, fiyat politikamız da orası.
Bu
zamana kadar daha çok endüstriyel firmalara un tedarik ettiniz. Ancak yeni
yatırımınız Panpan markanızla perakende pazarına giriyorsunuz. Bu kararı almanızda
küresel un ihracatında pazar daralması riskinin payı var mı?
Bunun payı var tabi ki. Bir de açıkçası şöyle: Türkiye’de meslektaşlarımızın çok büyük fabrikaları var, ihracat yapıyor, ithalat yapıyor ama önemli markaları pek yok. Marka yaratma konusunda çok önde değiliz. Biz Panpan ile sektörde marka yaratmak istiyoruz. Özellikle dünyada fast-food tüketiminin artış gösterdiğinden yola çıkarak belki ileride noodle olsun, makarna olsun Panpan ismiyle iç piyasaya ve yurt dışına da açılabiliriz. Yani Panpan hem marka yaratma isteğimiz hem de yurt içi ve yurt dışı pazarlardaki olası daralmadan etkilenmemek için üzerinde titrediğimiz bir yatırım. Pandemiyle birlikte artık insanlar evlerinde daha fazla zaman geçiriyor ve gıda tüketimlerini daha çok evlerde yapıyorlar. Biz de bunları düşünerek Panpan markamızı geliştirdik. Pandemi bu markamız için bir nevi teşvik edici oldu.
Hem
hammaddeye hem limanlara hem de perakende pazarlarına yakın oluşunuz size fiyat
avantajı sağlayacak mı?
Fiyat avantajını tabi ki sağlayacak, ama aynı zamanda sahip olduğumuz know-howla ve son üründeki tecrübemizle de biz bunu başaracağımıza inanıyoruz. Panpan için ilk başta klasik en çok kullanılan ürünlerle başlıyoruz. Bundan sonra çeşit unlar ve miksleri Panpan adı altında birleştireceğiz.
UN İHRACATININ %13’ÜNÜ DORUK UN YAPIYOR
İhracat pazarlarınız hakkında da bilgi
verebilir misiniz?
Üretimimizin %60’ı ihracata yönelik. İhracatta 7 ayrı marka ve müşterilerimize özel üretim gerçekleştiriyoruz. Her geçen yıl genişleyen satış & dağıtım ağı ile Türkiye ekonomisinde güçlü bir yere sahibiz. Afrika, Asya, Güney Amerika ve Orta Doğu bölgelerindeki 41 ülkeye ihracat gerçekleştiriyoruz. İhracatta en büyük başarımız Ar-Ge ekibiyle son kullanıcının taleplerini karşılıyoruz. Her ülkenin kendi tüketim alışkanlıklarına ve ekmek çeşitlerine göre buğdayı seçiyor, öğütüyor ve yarattığımız teknolojiyle yerelleştiriyoruz.
Karadeniz havzasına olan yakınlığı ve özellikle Rusya-Ukrayna savaşından sonra Türkiye’nin buğday üretiminde kritik bir ara nokta olması ise ihracat konusunda Türkiye’yi öne çıkarıyor. Irak ve Suriye haricinde Türkiye’den gerçekleşen toplam un ihracatının %13’ünü Doruk Un olarak biz gerçekleştiriyoruz. Sadece sınır ihracatı yapıyor olmak Türkiye için gelecek süreçte ciddi bir risk taşıyor, bu sebeple biz farklı pazarlara yöneldik.
Türkiye’nin
öncülük ettiği Tahıl Koridoru Anlaşması, dünya gıda krizini önlemede, tahıl arzının rahatlamasında ve fiyatların
baskılanmasında ciddi katkı sağladı. Anlaşmanın Türkiye ve Türk uncusu
açısından ne gibi avantajlar sağladığını düşünüyorsunuz?
Tahıl Koridoru Anlaşması çok önemli, çünkü dünya buğday ticaretinin neredeyse %30-35’ini oluşturan Karadeniz Havzası’ndaki buğdayı savaştan dolayı burada tutarsanız, bu bütün dünyada gıda krizine ve özellikle un ve ekmekle ilgili ciddi krizlere yol açar. Tahıl koridoru ile bunu aştık. Bütün dünya için ciddi bir kriz aşılmış oldu.
Tahıl koridoru, Türkiye’nin de dünya un pazarındaki mevcudiyetini devam ettirebilmesi için ciddi bir fırsat. Geçtiğimiz günlerde asıl amacı Afrika ve fakir ülkelerde gıdaya ulaşılamayan yerlere buğday ve diğer tahılları götürmek olan tahıl koridoru ile ilgili bazı veriler paylaşıldı. Koridordan geçen gemilerin yüklerinin Afrika ülkelerine gitmediği söylendi. Belki ilk verilere ve rakamlara bakarak buralara giden buğdayın az olduğu düşünülebilir. Ancak bu hesap yanlış yapılıyor. Çünkü Türkiye’nin almış olduğu buğdaylar da un ve makarna olup fakir Afrika ülkelerine gidiyor. Bunu sadece buğday olarak değil, çıkan ürün olarak da değerlendirmek gerekiyor.
Türkiye’nin
buğday üretimini artırması için neler yapılmalı?
Şunu söyleyeyim; çiftçinin, müstahsillerin desteklenmesi gerekiyor. Ekim alanlarının çok yıllıklara gitmemesi gerekiyor. Buğday üretimini artırmak için özellikle devletin teşvik etmesi lazım. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin çiftçiyi desteklemesini çok doğru, yerinde bir karar olarak görüyorum. Ayrıca buğday verimini artırmak için iyi tohum kullanmak lazım.
TMO’nun
un regülasyonu kapsamında fırıncılara sağladığı ucuz un politikasını nasıl buluyorsunuz?
Dünyadaki gıda krizi, savaş ve kuraklık ortamında TMO’nun ekmek piyasasını desteklemesi tabi ki çok önemli. Ancak bunu sürekli yapması doğru değil. Bu özel sektör mantığına veya serbest piyasa ekonomisine uygun bir şey değil. Bunun süreklilik arz etmemesi lazım.
Bir
biriyle bağlantılı iki soru soracağım. Birincisi, Rusya’nın buğday satmak
yerine katma değeri yüksek olan un satma planları var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İkincisi, sektörün önemli bir ihracatçısı ve üreticisi olarak Rusya’da bu sektörde
yatırım düşünüyor musunuz?
Rusya ve Ukrayna’nın kendi ununu üretme düşüncesi şu anda Türkiye’nin ve Türk un sektörünün önündeki en büyük risklerden biri diyebilirim. Öncelikle şunu söyleyeyim: Günün sonunda Rusya da Ukrayna da mutlaka un ihracatını yapacak. Çünkü ham madde yanında, buğdaya vergi koyuyor, una vergi yok. O yüzden pazarda çok ciddi avantajları var.
Ama şunu da unutmamak lazım. Türkiye’nin burada çok farklı avantajları var. Birincisi şu: Türkiye’nin çok büyük bir yem sanayisi var. Buğdayın yaklaşık yüzde 70-75’i un olurken geriye kalan yüzde 25-30 ise kepek ve kırık buğday dediğimiz hayvan yemi olarak kullanılıyor. Hayvan yemi olarak kullanıldığı için Türkiye’de daha katma değerli hale geliyor. Çünkü 100 kiloluk buğdaydan çıkan 25 kilo hayvan yemini neredeyse Rusya’daki buğday fiyatından daha pahalıya yan ürün olarak satıyoruz.
İkincisi; aslında Rusya’nın şatları uygun olsaydı bunu çoktan yapardı zaten. Rusya’daki en büyük dezavantaj Afrika’ya ve diğer ülkelere kanallarla, gemilerle en fazla 3-5 bin tonluk nakliyat yapabilir. O da navlun fiyatlarından dolayı kurtarmıyor. Türkiye’nin buradaki en büyük avantajı konteynır hattıdır. Dünyadaki konteynır hatlarının büyük çoğunluğu Türkiye limanlarına kolaylıkla ulaşabiliyor. Asyaport var, Ambarlı Limanı var, Mersin Limanı var… Ama Rusya’nın her yerine bu konteynırları getiremezsiniz.
Gelelim Rusya’daki yatırım ile ilgili sorunuza…Biz aslında Rusya’ya yatırımı çok ciddi ciddi düşündük. Rusya-Ukrayna savaşı öncesi Rostov’da yer de belirledik. Gittik oradaki ortaklarla konuştuk. Fakat orada hala soru işaretlerimiz vardı. O da şu: Sadece ihracatı düşünerek oraya gidemezdik. Rusya iç piyasasını da düşündük. Buradaki en büyük dezavantaj konteyner ve lojistik. O yüzden kısa vadede Türk uncusu için Rusya’nın un piyasasına girerek bir tehdit oluşturacağını beklemiyorum.
Doruk
Un olarak kapasitenizin ne kadarını kullanıyorsunuz?
Kapasitemizin yüzde 100’ünü kullanıyoruz. Şu anda üretim yapan iki hattımız var. Yeni yatırımlarımız içinde yer alan makarna ve irmik için fabrikaya üçüncü üretim hattını kuracağız. Özellikle kuracağımız irmik hattı ile makarna tarafının hammaddesini üreteceğiz.
Önümüzdeki
döneme ilişkin yatırım planlarınızı bizimle paylaşır mısınız?
Doruk Un olarak 5 yıllık projeksiyonda perakende başta olmak üzere tarım ve tohumculuk, noodle ve makarna, enerji, yem ve yem hammaddeleri alanında 1.1 milyar liralık yatırım gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu yatırım hamlemizle un ve unlu mamullerde %200 üzerinde, diğer yatırım ve iş kollarıyla birlikte %400’ün üzerinde büyüme hedefliyoruz. Dünyada enerji fiyatlarının geldiği noktayı dikkatle izliyoruz. Enerjinin büyük bir gider kalemi olmasından yola çıkarak güneş enerjisi tesisi kurarak kendi tüketimimizi karşılayarak maliyetleri minimize edeceğiz.
Eklemek
istediğiniz başka bir konu var mı?
Hepimizin bazı sorumlulukları var. Bu sorunların içerisinde yaptığımız işlerin katma değer üretmesi, şirketimize, ailemize faydasının yanında bir de insanlığa bir faydası olması lazım. Çölyak hastaları için glütensiz bir unumuz var. Bu tamamen glütensiz olduğu için mevcut hattın dışında bir yerde üretim yapmamız lazım. Deneme üretimlerini yaptık. Bunu kar amacından ziyade sosyal sorumluk projesi olarak yapıyoruz.
Bir diğeri de değirmencilik okulu projesi... Bu, Türkiye için bir eksiklik. Bunu da bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında ekipteki arkadaşlarımla birlikte dönemsel olarak sektöre eğitimli eleman yetiştirmek üzere bilgi birikimimizi aktarma gibi gayemiz var. Kurslar hazırlayıp senede 3-5 defa belli bölgelerden ve fabrikalardan arkadaşları getirip bilgi birikimlerimizi aktarmak istiyoruz. Edindiğimiz bilgi ve tecrübenin öldükten sonra çöp olup gitmemesi lazım. Tecrübelerimizi, bilgi birikimlerimizi sektörle paylaşmak istiyorum.